Kitap üç bölümden oluşuyor (şu anda eski Türkçe kelimeler
kullanmamak için azami(!?) çaba sarfediyorumà
İhsan Oktay Anar okuru anlar ne demek istediğimi).
Yafes Çelebi – ki “Çelebi” ünvanını bir şekilde zorlamayla
kendi alıyor – ile başlıyor hikaye. Bu zat tam bir hiyelkar; yani mekanik
ustası. Kafasında bir sürü icat yapıyor. Debbabe, düşahi, zülkarneyn ve
palanketesi, kallab. Son olarak da Tahtelbahir. Kitapta tüm bunların çizimleri
var.
Bu Debbabe |
Yafes Çelebi’nin bu icatlarını hayata geçirebilmesi için
elbette paraya ihtiyacı var. Önce zavallı bir aşık olan Zencefil Çelebi’yi
kandırıyor. Daha sonra hırsızlıklarıyla bilinen saksağanları kullanıyor
(önce-sonra karışmış olabilir…).
Bu bölümdeki bir hikaye beni gülmekten koltuktan düşme
noktasına getirdi. (Bu adamın kitabını okuduktan sonra günümüz Türkçesi’ne
dönmek HARBİ zor oluyor.) Gözünüzde canlandırınız:
Kitabın 41. ve 42. Sayfası, direkt alıntıdır:
“Kırımi Hamdi Bey adındaki bu zat, hekim tavsiyesine uyarak
beline tam kırk kulaç uzunluğunda bir kuşak sarmaya karar vermişti. Kuleden
düştüğü günün sabahı, evinden çıkmadan önce kuşağının yarım kulaçlık kısmını
beline dolayıp kopçaladıktan sonra geri kalan otuz dokuz buçuk kulacı, olduğu
yerde yetmişsekiz kez dönerek sarınmıştı. Böylece artık belini üşütmesinin imkanı
ihtimali kalmamış gibiydi. O gün doğruca, Galata Kulesi’nde yangın gözcüsü olan
ahbabının yanına gitti. Fakat çatıdan manzarayı seyrederken ayağı kaydı ve
kuleden düşmeye başladı. Ne var ki, kuşağının ucu penceredeki kancaya takılmış
ve adamcağız düşerken bu durumun bir sonucu olarak kendi ekseni etrafında fırıl
fırıl dönmeye başlamıştı. Yere bir kulaç kala kuşağı bitti ama kopçalı olduğu
için açılmadı. O sırada olayı seyreden Tamburlu kıraathane ahalisinden sağ
kalanlar, bu durumun ardından zavallı adamın yine fırıl fırıl dönerek takriben
yirmi kulaç kadar daha yükseldiğine ve hemen sonra yine döne döne düştüğüne,
derken bu kez beş kulaç yükselip tekrar düştüğüne hala yemin ederler.
İnanılması güç ama, adamcağız sağ kurtulmuştu. Fakat raviyan-ı ahbar, zavallının
baş dönmesinin tam üç ay oniki gün sürdüğünü rivayet etmiştir.”
Yafes Çelebi kendinden sonra esir olarak satın aldığı
Calud’a Devri Daim Makinesi fikrini bırakıyor. İkinci bölümde Kara Calud’un
maceralarını okuyoruz. Kafayı Devri Daim Makinesi ile bozan Calud, bir süre
sonra kendince iktidarını kaybediyor ve bambaşka bir planın peşinden koşmaya
başlıyor. Dev Yılan! Bunun için Samur ve Yağmur çelebilerden yardım alıyor.
Daha sonra devreye bir yetim giriyor; Üzeyir.
Son bölüm de, Üzeyir ile ilgili.
İhsan Oktay Anar’ın karakterleriyle bize aktardığı
mucizeler, kör/göz ve tabii hayal/hiyel kavramları o kadar güzel işlenmiş ki,
ben ne desem boş.
Okunması, hatta bir de ünite sonundaki soruların çözülüp
anlanması gereken bir kitap.
Şaka tabii, ünite sonu soruları falan yok ama gerçekten
“anlanması gereken” bir kitap. “Okuyup anlayalım” değil. “Okuyalım, düşünelim,
düşünelim, düşünelim, idrak edelim, hmmm anlayalııımmm!” türü kitap.
Ben bu adamın beynini öpmek istiyorum desem valla abartmış
olmam.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Teşekkür ederim.