Hmmm yeni bi mim, çok sevindim!

Baş Not: Hafta başından beri bu mimi tamamlamaya çalışıyorum. Ne zormuş istekleri sıralamak meğer. Her an yeni bir hedef ortaya çıkıyor, yeni bir şey geliyor insanın aklına.

Genelde şirketlerde olur bu. Bu sefer blog dünyasında dolanıp duruyor. Merak ediliyor 2013 hedeflerimiz.Meraklara cevap olsun;

2011'de evlendim
2012'de anne oldum
2013'te accık kendimle ilgileneyim diyerek, önümüzdeki seneyi Jülyen takvimine göre "ZeyneP" yılı ilan ettim.


Önce sağlıkla, sevdiklerimle giizzeeelce yeni yıla gireceğim. 31 Aralık'ı 1 Ocak'a bağlayan gece, yatağımda kocamın koynunda, koynumda kızımla (Kimse kusura bakmasın, Gülbilge bütün gece uyutmuyor, yatarım ben erkenden :P)...




Saçlara bi çeki düzen verilecek. Mezoterapi midir PRP midir ne haltsa, güçsüzleşen ve dökülmek konusunda inadını sürdüren bu saçlar için bir çare bulunacak. Ne halt olduğunu bilmediğim konularda fikir sahibi olunacak. Sahip olunan fikre köle muamelesi yapılmayacak, fikir özgürlüğü korunacak.

Konudan konuya atlarken, dizdeki yırtık sebebiyle bir kazaya mahal vermemek için, atlama aracı kullanılacak. İki konu arasında köprü kurulabilir, tarzanvari bir şekilde beyin nöronlarına sarılıp "Aaaa aaaa" diye diğer konuya atlanabilir.

"Kendim" diyordum... peeling yaptıracağım yüzümde hamilelik anısı olarak kalan lekelerime. En yenisi karbon peelingmiş galiba. Kimyasal da olur. Bu aralar "organik" çok meşhur, organik peeling var mı araştırayım önce bari :P

Lazer epilasyonu da araştırayım...

Bunca araştırma yapana kadar 2013 bitmez inşallah :S

SELÇUK AYDEMİR - ÇALGI ÇENGİ

Filmin Künyesi

Puanı:          7.6/10 (1068kişi oy verdi.)
Yapım:         2011 - Türkiye, 
Tür:              Komedi,  Macera,  Suç, 
Süre:            90 dakika
Yönetmen:   Selçuk Aydemir
Oyuncular:   Ahmet Kural, Murat Cemcir, Tuna Orhan, Erdal Tosun
Senaryo:      Selçuk Aydemir
Yapımcı:      Cem Yılmaz, Salih Özsarı



İşler Güçler dizisini seyretmeye başladığımdan beri bende bir Ahmet Kural hayranlığı baş gösterdi. Mimikleri, jestleri, oyunculuğu bence çok iyi. Sonradan öğrendim ki Çalgı Çengi diye bir filmde oynamış Ahmet Kural ve Murat Cemcir. Seyretmesem olmaz...

Dün kardeşimin gaza getirmesini ve Gülbilge'nin uyumasını fırsat bilerek seyrettim.

Ben İşler Güçler gibi seyredebileceğim (yani neredeyse her an sırıtarak) bir şey beklerken gayet vasat bir komedi ile karşılaştım. Çok bozulduğumu belirtmeme gerek yok herhalde.

Mini mini mimler

"Mim"leri seviyorum. Demiştim ya size, na şurda anketlerden falan ne kadar hoşlandığımı anlatmıştım. İşte bu yüzden bana yöneltilen mimleri hatta bazen yöneltilmeyenleri bile cevaplıyorum delice. Kimi blogcu sevmiyor mimlenmeyi falan. Olur da "Kimi mimlesem, kimi mimlesem?" diye düşünürseniz aklınıza ben geleyim. Hohihohiho!


Bu da kamili hart yakinimdir mimi (:

(Anne sen olmasan kim mimler beni?)


1. Mantığın mı yoksa duyguların mı ön plandadır?


Uzun yıllar boyunca duygularımı besledim, besledim, besledim... Sanki sulak yerde yetişmişler gibi bir uza sen... bir uza... En öndeki duygularım sebebiyle arka sıraları göremez oldum. 30'lu yaşlara yaklaşırken boy atan, sürekli vik vik eden bu kardeşlerimizi alıp arka sıralara oturttum, ön sıraya da güdük mantığımı yerleştirdim. Yanlış anlaşılmasın severim duygusallığı ama çok konuştukları için dersi bölüyorlar, o nedenle onlar arkada takılsın, biz mantığımla gerekli tartışmaları yapıp bir sonuca varalım. Güdük mantık önde, sırık duygu arkada. İkisini de görüyor, duygularımın uğultusu fonunda mantığımın sesini dinliyorum. Bu ömrümün sonuna kadar böyle olsun. 

PETER JACKSON - HOBBIT BEKLENMEYEN YOLCULUK


Filmin Künyesi

Orijinal Adı: An Unexpected Journey
Yapım Yılı : 2012
IMDB Puanı: 8.3/10 
Yapım: 2012 - ABD,  YeniZelanda, 
Tür: 3 Boyutlu,  Aksiyon,  Fantastik,  Macera, 
Süre:169 dakika
Yönetmen: Peter Jackson
Oyuncular: Martin Freeman, Elijah Wood, Cate Blanchett, Hugo Weaving, Ian McKellen
Senaryo: Peter Jackson,  Guillermo del Toro, Fran Walsh, Philippa Boyens
Yapımcı: Peter Jackson, Fran Walsh, Philippa Boyens, Ken Kamins  Mark Ordesky, Carolynne Cunningham, Zane Weiner, Callum Greene,


İnanmazsınız 21 Aralık'ta biz sinemaya gittik kocamlan (:

Gülbilge'yi Hacer Abla'ya bıraktık ve 18.00 matinesine film seyretmeye gittik! 2012 senesinin ilk ve son sinema filmiydi benim için. 2012'nin ilk çeyreği hamileliğimin son trimester dönemine denk geldiği için bambaşka uğraşlarım vardı. Nisan'da Gülbilge'nin doğumuyla zaten her şeyi pause ettim. Nihayet kıyametin kopacağı gün, kopmayınca sinemaya gidiverdik!

J.R.R. Tolkien hayranlığım üniversiteye dayanıyor. Yüzüklerin Efendisi serisini bir solukta okumuştum. Serinin filminin geldiğini duyunca bilet satışları başlar başlamaz, upuzuuun bir kuyruğa girip biletlerin tükenmemesi için dua ederek sıra beklemiştim.

Hobbit, Yüzüklerin Efendisi serisinden tanıdığımız Frodo'nun amcası Bilbo Baggins'in macerasını anlatıyor. 

CANAN TAN - İZ

Canan Tan'ın okuduğum ilk kitabı.



Tuhaf bir örgü var kitapta. İyi ya da kötü olarak ayıramıyorum. "İyi" deseeem, değil, "Kötü" deseeem o da değil. 

Verda isminde bir avukatın, yine avukat olan babasının intiharı ile başlıyor kitap. Yıllarca görüşmediği babasının intiharının ardındaki sırrı öğrenmeye çalışıyor. 

Elbette annesi ve babası, kendisi ve babası, kendisi ve annesi, kendisi ve kocası arasında geçen ilişkiler de konu ediliyor. Ama anlayamadığım bir şey var; "Bu kitabın teması ne?"

Sizleri bilemem ama bence her kitabın bir tek odağı olmalı. Odaktan kastım karakterler değil. Konu... Yani bu kitap bir macera kitabı olamaz (İntiharın ardında yatan sırrı öğrenmek için maceraya atılıyor), bu kitap bir aile kitabı da olamaz (boşanmayı, aile içi anlaşmazlıkları vb anlatıyor), bu kitap bir gezi kitabı da değil (ama üst üste bir sürü bölüm Karadeniz'i ve ardından Akyaka'yı anlatıyor). 

Bi dakka... Ne bu yahu? Ne okudum ki ben şimdi?! :P

İlk bölümlerde Verda'nın anne babasının boşanma evrelerini okudum. Kendime yakın hissedip, beynimle altını çizdiğim cümleler oldu. Sonra benden bambaşka yönlere çevrildi konu, o ayrı...

Derler ya: "Herkesin kendinden bir şeyler bulacağı bir kitap". Öyle işte. O kadar dağılmış ki, mümkün değil okuyucunun kendinden bir şey bulmaması. Ya İzmir'e gitmiştir, ya Ankara'ya. Belki bir Karadeniz turu yapmıştır. Belki kocası ondan oldukça yaşlıdır, belki o kocasından büyüktür, deli dolu gençlik aşkı yaşamıştır falan falan. Vardır mutlaka bir şey.

Her şeye rağmen (Gülbilge'ye, ev işleri...) üçüncü günün akşamında bittiyse bu kitap Canan Tan'ın dili oldukça akıcı olmalı. Bence ben ona bir şans daha vermeli ve adı hoşuma gitti diye "Issız Erkekler Korosunu" okumalıyım.

Ha bi de... Evet! Bu kitapta da gayrı meşru bir çocuk var! (Kanıksamamak için kendimi çok zorluyorum artık)




İHSAN OKTAY ANAR - SUSKUNLAR


“Başlangıçta sükût var idi. Ve her yer karanlık idi. Ve Yaradan Yegâh makamında terennüm eyledi. Ve bu ışıltılı nağme ile etraf nûr oldu. Ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan, bu Yegâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün.

Ve Yaradan Dügâh makamında terennüm etti. Ve suların ortasında bir azîm kubbe peydâ oldu. Ve kubbe tâ arşa kadar yükseldi. Ve nağme, işte bu kubbede yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Dügâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün.

Ve Yaradan Segâh makamında terennüm etti. Nağme çöllerde ve enginlerde yankılanıp geri döndü. Ve yaradan bu Segâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve terennüme devam etti. Nağme ile mest olan toprak, ot ve tohum veren sebze ve meyve veren ağaçlar hâsıl etti. Ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün.

Ve Yaradan Çârgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, vecde gelip ışıl ışıl ışıldayan yıldızların ve kendisiyle, yaradan’ın hem Gündüz’e hâkim olduğu Güneş ve hem de geceye hâkim olduğu Kamer’in bulunduğu göklerde yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Çârgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün.

Ve Yaradan Pençgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, envaî çeşit deniz canavarlarıyla ve türlü türlü canlı mahlûkatla kaynayan deniz dibinde ve çeşit çeşit kanatlı kuşla dolu semâda yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Pençgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün.

Ve Yaradan Şeşgâh makamında terennüm etti ve gelecek olan yankıya kulak kabarttı. Ancak bu kez, nağme yankılanmadı. Bununla birlikte Yaradan baktı ki, uzaklarda bir yerden aynı makamda bir âvâz gelir, hemen tanıdı: Cins cins canlı mahlûkatın ve yürüyenlerin ve sürünenlerin ve denizdeki balıkların, gökteki kuşların ve her şeyin hâkimi ilân edip mübârek kıldığı İnsan’ın sesiydi bu. Yaradan bu sesin pek o kadar çirkin olmadığını gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, altıncı gün.

Ve Yaradan Heftgâh makamında es eyleyip sustu. Çünkü sesini Yer ile Gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu. Ve Yaradan, yedinci günü mübârek kılıp takdîs eyledi ve dinlendi.”
  

Filmimi



Semmma'da okuduğum andan beri yazmayı çok istemiştim. Ancak bugüne nasip oldu. Buyrun burdan okuyun. Üstünüze alının. Mimlendiniz efeeem! Evet, evet sen okumuyor musun bunu? Hee... Mimlendin işte!


Ben bu dünyanın bana empoze etmeye çalıştığı tüm gerçekliği reddediyorum. “Yip yip” dediğimde hareket edecek, yeri geldiğinde uçacak, yeri geldiğinde yüzecek bir Appa’m olmalı. Üst raflara uzanmak için sandalyeye ihtiyaç duymadan kolumu şöyle bir uzatıp limon sıkacağına erişebilmeliyim. Burnumu sağa sola oynatıp istediğimi yapabilmeli, işaret parmaklarımı birleştirip zamanı dondurabilmeliyim. Yeşil dev en iyi arkadaşım, tek gözlü canavar iş arkadaşım olmalı. Evime balonlar bağlayıp bulutlarda tatil yapmaya gidebilmeliyim.






Zeynep bunları istiyor ise ve yalnız öyle ise ó



İHSAN OKTAY ANAR - KİTAB-ÜL HİYEL


Kitap üç bölümden oluşuyor (şu anda eski Türkçe kelimeler kullanmamak için azami(!?) çaba sarfediyorumà İhsan Oktay Anar okuru anlar ne demek istediğimi).
Yafes Çelebi – ki “Çelebi” ünvanını bir şekilde zorlamayla kendi alıyor – ile başlıyor hikaye. Bu zat tam bir hiyelkar; yani mekanik ustası. Kafasında bir sürü icat yapıyor. Debbabe, düşahi, zülkarneyn ve palanketesi, kallab. Son olarak da Tahtelbahir. Kitapta tüm bunların çizimleri var.
Bu Debbabe
Yafes Çelebi’nin bu icatlarını hayata geçirebilmesi için elbette paraya ihtiyacı var. Önce zavallı bir aşık olan Zencefil Çelebi’yi kandırıyor. Daha sonra hırsızlıklarıyla bilinen saksağanları kullanıyor (önce-sonra karışmış olabilir…).

PuCCa GÜNLÜK 2 - VE GERİ KALAN HER ŞEY


Bu nedir ya?

İçim dışım s.k oldu! Bir kadın bu kelimeyi nasıl bu kadar kolayca telaffuz eder? Bırak telaffuz etmeyi, belki de binlerce kişinin okuduğu bir yere nasıl yazar? Kadını bırak, bir insana hiç yakışmıyor bu küfürler...
O nasıl bir küfür haznesidir öyle taşmak bilmedi!

Böyle mi gerçekten bizim nesil? Yemin ediyorum utancımdan bölüm başlıklarını kapatıyordum okurken. Bol küfürlü başlıklar mevcut da...
Ben de ilişkiler yaşadım. Ben de terk edildim. Saplantılı birlikteliklerim, acı ayrılıklarım oldu. Sarhoş da oldum. Ama ben hiç birini böyle edepsizce ne yaşadım, ne anlattım, ne de yazdım.

Bir kitap eski sevgililere ithaf edilip sonra da onlara "O... çocukları" diyerek bitirilir mi Allah aşkına?

"Çok doğal anlatmış" da, "çok içimizden"miş de... Bırak ya! Benim içimde bi tane PuCCa olsa vallahi papaz çağırırım içimden çıkarsın diye.

Eğer yaşadıklarını daha edepli anlatabilseydi, tavsiye edebileceğim bir tatil kitabı olabilirdi. Ama inanın PuCCa benim gibiler için okunası bir yazar değil.

Gülmedim yaşadıklarına, üzülmedim de... Yani üzüldüm de, anlattıklarına değil böyle bir üslup kullandığına üzüldüm.

Yat kalk, iç dağıt, dağıl ama düzgün anlat/yaşa be arkadaşım.

"Özgür kadın" tanımı bu mu günümüzde? 
Otobiyografiler böyle mi yazılır oldu?
Kafam karıştı, içim bulandı...

Neyse,
Merak ediyorsanız okuyun, alıkoymuş olmayayım sizi...

Ben artık düzgün bir şeyler okumaya gidiyorum (:

DEBBIE MACOMBER - MUCİZELER DÜKKANINA DÖNÜŞ


Küçük Mucizeler Dükkanı'ndan sonra serinin bir kitabını atlayıp bunu okudum. Aynı şeyler... 


Lydia ablamız evlenmiş; kızlık soyadını kullanmıyor: Lydia Goetz olmuş (Çağrışım için kusura bakmayın). Ablası Margaret ile araları düzelmiş. Dükkanı beraber idare ediyorlar. Düğün hazırlıkları yapan Alix Townsend ile görüşmeye devam. İlk kitaptaki karakterler arada bir konuya dahil oluyor. Collette Blake adlı komşu işin içine giriyor. Ve bilin bakalım ne?! Eveeet... Gayrı meşru bir çocuk! Collette tek gecelik bir ilişki sonucu hamile kalmış. Ohhh... Debbie abla mutludur şimdi.

Bölümler Lydia, Collette ve Alix'ten oluşuyor. Araya Susannah adlı çiçekçi, ilk kitaptan tanıdığımız Jacqueline ve gelini falan da giriyor.
Sırf bitirmiş olmak için bitirdiğim bir kitap.

Allah'tan para vermemişim. İlk kitabı annemden ödünç almıştım. Bu da doğum günü hediyemdi.

Beyninizi boşaltmak istiyorsanız birebir. Ama ya birini ya diğerini okuyun çünkü aşırı doz Debbie bünyede biraz boşluk yaratıyor :D

DEBBIE MACOMBER - KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANI


Eskiden olsa bir gecede bitirebileceğim bir kitaptı. Tabii ki biraz daha uzun sürdü. Malum anne ve iş kadını olmanın zamanı kısıtlayıcı olduğu yadsınamaz bir gerçek.

Birbirinden farklı dertlerle boğuşan, birbirinden farklı dört kadının, bir tuhafiyecide buluşmasının öyküsü. Dükkanın sahibi olan Lydia Hoffman’ın kanserle mücadelesini ilk sayfalarda öğreniyoruz. Çok zengin Jacqueline Donovan, çocuk özlemiyle yanıp tutuşan Carol Girard ile kimsesiz ve yoksunluk içinde büyümüş Alix Townsend’in öyküleri anlatılıyor.

Her biri değişik amaçlar için Lydia’nın örgü kursuna yazılıyor. Bu onlar için bir nevi terapi oluyor. Aslında neden Eskişehir’de böyle bir kurs yok diye ben de içerliyorum. Haftada 2 saatlik bir kurs ne de güzel işimi görür.

Neyse,

İHSAN OKTAY ANAR - YEDİNCİ GÜN




İhsan Oktay Anar’ı Puslu Kıtalar Atlası’yla tanıdım. Kaç defa okuduğumu hatırlamıyorum kitabı. Bir doğum günü hediyesi olarak kitaplığımda yer alan Yedinci Gün ise, “Beni bir daha oku!” diye bağırıyor şu anda. İşin kötüsü Bursa’dan sesini duyurmaya çalışması; zira kitabı anneme verdim bile.

İhsan Oktay’ın en iyi kitabı değil bu. İhsan Oktay’ı daha önce okumamış, okuyup da anlamamış olanların kitabı da değil. Belirtmekte fayda görüyorum; İhsan Oktay Anar'ın kötü kitabı yok. Diğer yazdığı kitaplara göre kötü olanı olabilir o kadar (:

CEMALETTİN N. TAŞÇI & YILMAZ BÜYÜKERŞEN : ZAMANI DURDURAN SAAT


Eskişehirli olmaktan gurur duymamı sağlayan adam; Yılmaz Büyükerşen. Cemalettin Taşçı ile bir söyleşi yapmış. Şimdi hayalimde canlandırmakta zorlandığım, Eskişehir’in eski halini de anlatmış.

Biyogrofileri her zaman çok sevmişimdir. Ortaokul zamanlarında okuduğum bir kitapta (Nazlı Eray olması büyük olasılık. Belki de Buket Uzuner?!) “Hayat Hırsızı” diye bir şey anlatılıyordu. Kadın bir gün evine geliyor akşam. Bir bakıyor bir adam, salonunda halıya oturmuş, kadının müzik koleksiyonunu inceliyor. Meğer adam evlere gizlice girip, o evde yaşayan insanları incelemeyi seviyormuş. Ne tür kitaplar okuyorlar, en çok hangi sanatçıyı seviyorlar, evin dekorasyonu nasıl, dağınıklar mı vb vb… Ne yalan söyleyeyim benim çok hoşuma gitmişti çünkü ben de perdesini açık gördüm mü kesinlikle evin içine bakarım :S

Lütfen beni yadırgamayın. “Başka hayatlar” çok ilgimi çekiyor. Onların beyni, ruhu değil ama evlerinin ruhu çok çekici geliyor bana. Görünen avizeden nasıl bir tarzı olduğunu çıkarmaya çalışırım, balkona astığı nevresim takımının desenleri bana onların zevkini yansıtır.  Amacım özel hayatlarına saygısızlık değil asla ama merak ediyorum işte. Hiç tanımadığım biri gelse, bana saatlerce yaşadığı evi anlatsa, gezdirse, kendinden bahsetse, zerre sıkılmam.

ELİF ŞAFAK - BABA VE PİÇ


Elif Şafak’ın Siyah Süt ve Aşk’ından sonra okuduğum üçüncü kitabı.

Kitabın ortalarına geldiğimde beynimi saran tek düşünce “Bu kadın amma da karakter israfı yapmış!” oldu. Bunca karakteri bir hikayede kullanmak, yılbaşı sofrası kurmak gibi. O kadar çok çeşit ve o kadar fazla miktar olur ki, insan o gece tıka basa kusana kadar yese de, yılbaşını izleyen bir hafta boyunca o geceden arta kalanları yer.

Oysa bir başka yazar (“Ben” diyecektim, baktım çok iddialı oluyor, vazgeçtim :P ) o karakterleri dörde beşe bölüp ayrı ayrı kitaplar yazabilirdi.

MICHAEL RALEIGH - MAVİ AY SİRKİ

1900lü yılların başı. 9 yaşındaki kimsesiz bir çocuk ile 52 yaşında eski bir sirk göstecisinin Oklahoma'da kesişen yollarını anlatan bir kitap.
Lewis Tully seneler önce sel sebebiyle yok olan bir sirk gösterisinin küllerinde yeni bir tane yaratmaya çalışıyor. Eski göstericileri yine aynı çadır altında birleştirmek için verdiği çabanın yanında bir de ablası Alma'nın bakması için kendisine gönderdiği Charlie ile uğraşmak zorunda.

ERDAL GÜVEN - YUMİ İstanbul'da Bir Geyşa


Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde Osmanlı – Japonya ve tabii M.Kemal’le birlikte Türkiye – Japonya ilişkilerini anlatan, başka hiçbir yerde duymadığım bilgiler veren bir kitapla karşılaştım.
Ben oldum olası Tarihten nefret ettim.  Tarih’i bize okulda okutulan kitaplardan öğrendiklerim sandım. Bir de tekerrürden ibaret olduğunu biliyordum. Tarih ezberlenirdi, öğrenilmezdi.
Say!
Osman Bey, Orhan Bey, I. Murat…
Say!
M.Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Celal Bayar.
Say!

DANNY BOYLE - 127 SAAT

Filmin Künyesi

Orijinal Adı: 127 hours
IMDB Puanı :7,7 / 10
Yapım:2010 - ABD, İngiltere
Tür: Biyografi, Dram, Macera
Süre: 94 dakika
Yönetmen:Danny Boyle
Oyuncular:James Franco, Kate Mara, Amber Tamblyn, Clémence Poésy, Lizzy Caplan
Senaryo: Danny Boyle, Simon Beufoy



Açıkçası Yunus'la pek film zevklerimiz uyuşmuyor. Onun sevdiğini ben, benim sevdiğimi o seviyor ama verdiğimiz yıldızlar farklı. Bir de benim sürekli değişen ruh halimi hesaba katarsak; ben "Jumanji", "Narnia", "Inkheart" gibi fantastik çocuk filmleri seyretmek isterken o "Braveheart", "Gladiator", "Cadılar Zamanı" tarzı filmleri seyretmek istiyor. O sebeple CD'ciden en az üç, dört filmle çıkıyoruz genelde.

Her zamanki gibi Yunus'la girdik CD'ciye(?) filmlere bakıyoruz. Yunus 127 saat diye bir CD tutuşturdu elime. Önce belgesel sandım. CD'ci çocuk (!) onun gerçek bir öykünün filmleştirilmiş hali olduğunu söyledi, ikna oldum, aldık.

Eve gelir gelmez süper teknolojik HDMI kablomuz aracılığıyla bilgisayarı televizyona bağladık, 127 Saat'i seyretmeye başladık.

127 saat; dağcı Aron Ralston'un başından geçenlerin gerçek hikayesi...

Bir kere müzik çok güzeldi. İlk başta o kadar güzel gelmeyebilir (bana olduğu gibi) ama kurguyla o kadar güzel örtüşmüş ki; o kadar olur. A.R.Rahman adında bir Hintli yapmış müzikleri.


5N 1K

Yazar bu yazısında "MİM ne ola ki?" temasını işlemiştir... İlk kez mimlenmekte ve dahi mimlemektedir.

ANG tarafından mimlendiğimden beri düşünüyorum. O kadar çok var ki 5N 1K. Benim gibi terazi burcu bir hatunun bunların içinden birer tane seçmesinin ne kadar zor olduğunu tahmin edersiniz. Ama buyrun burdan okuyun;

SİNAN AKYÜZ - PİRUZE Şam'da Bir Türk Gelin


Bilmem Betty Mahmudi'nin “Kızım Olmadan Asla”sını okudunuz ya da seyrettiniz mi? 1991’de okumuştum ben. Ne zaman hikayesi arap ya da orta doğu ülkelerinden birinde geçen kitap okusam aklıma o geliyor. Başından, sonunu bilsem de okumaktan kendimi alıkoyamıyorum.

PAULO COELHO - ELİF


Dedim ya, kitabın kapağına bakarak alırım kitapları ve genelde de benim için ‘kötü’ olmaz seçimlerim. Bu sefer yanıldım. Kitap yarım bırakmak bana göre değil. Konusunu beğenmesem de, içinde çok fazla yazım hatası yoksa sonuna kadar gitmeyi tercih ederim. Maksat belki yeni birkaç kelime öğrenirim…
Kitapçıda dolaşırken gördüm; Paulo Coelho’nun yeni kitabını. Adı Elif. Benim canım da Elif. Bir de kitabın arka kapağında Hilal isimli bir Türk kızının adı geçiyor. Hemen atladım.

DEMET ALTINYELEKLİOĞLU – MOSKOF CARİYE HÜRREM



Amacınız bir aşk ve entrika kitabı okumaksa harika bir kitap! Ama on katı ucuz olan Harlequin serilerinden bir şeyler okumanız daha mantıklı. Aslında “Muhteşem Yüzyıl” sebep oldu bu kitabı almama. Ne kadarı doğru ne kadarı çarpıtılmış diye düşünüp elimi uzattım takoz gibi kitaba. Bilseydim boşuna uğraşmazdım.
Gerçi, dizide de adı geçen tanıdık simalarla kitapta karşılaşınca, içimi bir heyecan kaplamadı değil. Meğer bizim Sümbül Ağa zenciymiş!
Her iki hikayede de – Hürrem ve Muhteşem Yüzyıl – uzman tarihçilerin görüşünün alındığı söyleniyor.  Kimleri kaynak olarak kullanmışlar bilemiyorum ama hikayedeki karakterler birbirlerinden çok farklı. Hürrem’in taktikleri, müslüman olması, doğumları, Mahidevran, Hatice ve İbrahim…
Kitapta Hürrem’le Süleyman’ın aşk yuvaları  gayet müstehcen şekilde anlatılıyor. Yani o kısmı yazarımızın uydurması. Yoksa hiçbir tarihçinin padişahlarımızın hangi aşk oyunlarını sevdiğini bildiğini sanmıyorum (Tööbe tööbeee).
Karar verdim; tarihi bir roman okuyacaksam bu işin ehli olan birinden tavsiye alacağım. Hele bu yazarın diğer kitaplarının bulunduğu raftan bile geçmeyeceğim.