Bir kitabın doğuşu

Şu an resmen şoktayım!
Ben sanıyorum ki, bu kitaplar bilgisayarda yazılıyor sonra bir kısayol tuşuyla makinelere gönderiliyor, el değmeden hazırlanıyor. Nerden bileyim ben bunca insan emeği olduğunu?
Belki de bu videodaki eski tip bir matbaadır. Olamaz mı?
İlk baskısı 100 000 adet satan bir kitap için harcanan emeği düşünebiliyor musunuz?
Rica ediyorum biri çıkıp da "Bu videodaki eski teknoloji saftirik şapşal" desin.

Melodik mim

Bu mimi Sevgi'nin bloğunda gördüm. Beni mimlememiş ama ben atladım hemen :D

Şarkıyı dinlerken okuyun bakalım (;
Benimle Oynar Mısın?

Su mu, ateş mi, güneş mi olurdun? Neden?
Ateşle güneş aslında aynı şey. Zaten ben sıcağı sevmem çok. Buharlaşıyormuşum gibi geliyor. Su olayım ben. Çok lazım. İçmeye, temizliğe, elektrik atmaya, sakinleşmeye, oynamaya... 

SİNAN AKYÜZ - YATAĞIMDAKİ YABANCI

Açılın a dostlar size hayatımda okuduğum en saçma kitabı anlatacağım. Piruze'yi yazan Sinan Akyüz gitmiş, yerine başka bir adam gelmiş. Kitaplığımdaki Yabancı!
Kitabın 189 sayfa olmasını önemsemeyin. Karşılıklı diyalog şeklinde gelişiyor ve iri puntolar kullanılmış. Taş çatlasa 70 sayfalık bir kitap yani.
Olay bir adamın eve "Eyes Wide Shut - Gözleri Tamamen Kapalı" filminin DVD'sini getirmesiyle başlıyor. Yani Sinan Abi bu filmi seyredince içinden kitap yazmak gelmiş. "Birbirlerine karşı tamamen dürüst olmaya karar veren beş yıllık evli çifti nasıl yapsam da kitaplaştırsam?" diye bayağı bir düşünmüş olmalı, düşünemeyesice.
Sonuna kadar okudum çünkü olabilecek en iyi şekilde size anlatmak istiyordum ve ister istemez de sonunu merak ediyordum.
Hiç bir evli çiftin konuşamayacağı bir şekilde konuşuyor bu adı olmayan adam ve kadın. Ne bileyim, mesela "Keza" diyorlar cümle arasında ya da "Bir hayalet gibi soğuksun" gibi edebi(?) cümleler kuruyorlar. Saçma yani.
Her neyse,
Filmi seyrettikten sonra gaza gelip dürüstçe geçmişlerini anlatmaya başlıyorlar. Her ikisinin de daha önce başlarından evlilik(ler) geçmiş.
Adam kadının evlenmeden önce başka bir erkekle yatmış olmasına kafayı takıyor, kadın adamın eski karısına. Kadın meğer evlatlıkmış, adam amca oğlunun yaptığı bir şeyden dolayı ondan intikam almış.
Saçma şeyler için birbirlerine hakaret yağdırıyorlar, adam bir kaç defa kadına sıkı bir yumruk indiriyor,. Kadın bi kere tokat atıyor, cevabı anında alıyor falan.
İçim sıkıldı.
Bir de - ne güldüm Allah'ım - Sinan Abi sayfa doldurmaya mı çalışmış ne, bu iki insan neredeyse her cümleyi tekrarlatıyorlar birbirlerine. Şöyle ki:
"O günden sonra hayallerimi kaybettim" dedi adam.
"Hayallerini mi?" (İlk tekrar, fazladan bir satır)
"Çocukluk hayallerimi. Masumiyetimi" (Bomba geliyor...)
"Masumiyet mi?" (Yok deve!)
"Çocuk saflığım..... diye devam ediyor.

Bu tekrarlar o kadar çok tekrar ediliyor ki, resmen satırları hoplaya zıplaya, atlayarak okudum. O yüzden diyorum; kitap aslında 70 sayfa falan.

PAUL AUSTER - YANILSAMALAR KİTABI

Kitabın Künyesi:
Orijinal Adı: The Book of Illusions
Yazarı: Paul Auster
Çeviren: İlknur Özdemir
Yayınevi: Can Yayınları
ISBN: 975-07-0209-3





Ben ilk ve son edebi aşkımı anlatmamışım hiç. Kıskançlığımdan mı ne kendime saklamışım adamı. Bak yaa :P
Adam dediğim Paul. Paul'um Auster'ım. Hastasıyım tee 2003'den beri...
O günü dün gibi hatırlıyorum. Ankara'nın soğuğunda bir akşam dolanıyorum Kızılay'da. Korsan kitaplar tezgah tezgah her yerdeler. Metronun Yüksel çıkışının tam orda bir tezgah var. Aklımda bir kaç kitap var almak istediğim. Önce onları alıyorum, sonra da bir iki günde biteceklerinden yedekte bulunsun diye elim "Yanılsamalar Kitabı"na gidiyor.

3 Şubat 2003

İyi ki yaşamışım o günü!

Paul Auster'ın vazgeçemediği dolma kalemi olmak istedim kitabı okurken. "Olmadı burası" deyip karaladığı paragraflar ya da buruşturup kağıt kovasına sallayıverdiği A4'dü de olabilirdim. Yakın olmak istedim. Ben ona öyle yakın hissettim ki kendimi o da bana böylesi yakın olsun istedim.

Öyle bir roman okudum ki gerçek sandım. Karakterleri "Google" amcama sordum, gerçekten yaşıyorlar mı diye...

Anlatmaya nerden başlayacağımı bile bilmiyorum. Öyle bir kitap... Bir sürü karakter var. Bir sürü olay var birbirinden bağımsız. Ama çok üzgünüm sevgili günümüz Türk yazarları, siz bu kitaptaki karakterlerden biri bile olamazsınız. Kafanız karışır, saçmalamaya başlarsınız.

PETER HOWWIT - RASTLANTININ BÖYLESİ



Filmin Künyesi:


Orijinal Adı: Sliding Doors (Bir kez daha çevirenlere hayran kaldım!)
IMDB Puanı: 6.7/10 
Yapım:         1998 - ABD,  İngiltere, 
Tür:              Dram,  Romantik, 
Süre:            99 dakika
Yönetmen:   Peter Howitt
Oyuncular:   Gwyneth Paltrow, John Hannah, Jeanne Tripplehorn, Kevin Mcnally, Nina Young
Senaryo:      Peter Howitt
Yapımcı:      Sydney Pollack, William Horberg




Tatlı Rüyalar nasıl ki hayatımın kitabıysa, bu film de hayatımın filmi!

Süper efektler, muhteşem oyuncu kadrosu, aman da aman negzel soundtrackler, milyonlarca dolar bütçe ayrılmış... BİR FİLM DEĞİL...

Sen, ben çekeriz valla. Belki de sen, ben çekseydik bile aynı etkiyi bırakırdı bende. 

Mesele anlayacağınız üzre yukarıda saydıklarımla alakalı değil. Adam (Peter Howitt) öyle bir noktaya parmak bastı ki benim hayatımda, elini çekse de izi duruyor. 

Ben bir terazi burcu olarak olabildiğince kararsız, karar verdikten sonra "Acaba ötekini seçseydim ne olurdu?" gibi bir takım şizofrenik düşüncelere yenilmemek için kendini olabildiğince zorlayan biri olduğum için bu film tam da benlik. 

Helen adında bir kadın, evde yazar olan erkek arkadaşını bırakarak işe gitmek üzere yola çıkar. Metroya inen merdivenlere doğru hamle yapar. Merdivenlerden yukarı çıkmakta olan kalabalığı yararak metroya yetişmeye çalışır. O sırada önüne barbie bebeğini merdiven korkuluklarından yürüterek çıkmakta olan bir kız çocuğu çıkar. Bir-iki saniyelik afallamadan sonra hızla metroya koşturur ve ne yazık ki metroyu kaçırmıştır. Bir anons; çalışma olması sebebiyle bir sonraki metronun gelmeyeceğini söylemektedir. Helen çaresizce metrodan çıkar.

Helen adında bir kadın, evde yazar olan erkek arkadaşını bırakarak işe gitmek üzere yola çıkar. Metroya inen merdivenlere doğru hamle yapar. Merdivenlerden yukarı çıkmakta olan kalabalığı yararak metroya yetişmeye çalışır. O sırada önüne barbie bebeğini merdiven korkuluklarından yürüterek çıkmakta olan bir kız çocuğu çıkar. Tam Helen'le çarpışacaklarken kızın annesi kızı, Helen'in yolundan çeker ve Helen son saniyede metroya biner!

Hayatımız boyunca bizim seçimlerimizden kaynaklansın, kaynaklanmasın milyonlarca yol çıkıyor önümüze. Düşünsenize belki dün bir önceki otobüse binseydiniz izini kaybettiğiniz bir arkadaşınızı görecektiniz. Üniversite sınavında bir soru fazla ya da az yapsaydınız şu an bambaşka bir şehirde bambaşka bir iş yapıyor olacaktınız. 

Çok da iddialı bir yapım olmayan bu Amerikan filmi benim inancımı kuvvetlendirdi resmen! Bence, doğum, nikah ve ölüm hayatımızdaki değiştiremeyeceğimiz noktalardan üçü (başka var mı emin değilim?!). İşte biz bu noktalara nasıl varacağımıza karar veriyoruz. Kimi zaman oturup günlerce düşünerek, kimi zaman anlık bir kararla hatta başkalarının bizim yerimize verdiği kararlarla...

Na şöyle bir şey var benim kafamda (çizmesi çok zor oldu, dalga geçmeyin fena yaparım :S)


Benim hayatımda o kadar çok dönüm noktası, o kadar çok karar aşaması oldu ki, düşünmeden durmama imkan yok.
Çok basit bir kaç karar:
Lisede Matematik-Fen yerine Dil branşını seçseydim?!
ÖYS tercihlerime son anda 19. önlisans ODTÜ'yü yazmasaydım?!
Bu kararları başka türlü alsaydım benim hayatım bambaşka olacaktı. Bundan kesinlikle eminim. Şimdi bir yerlerde katmanlı evren adını koyduğum zamanlardan birinde İngilizce Öğretmeni Zeynep yaşıyor. Bir diğerinde yüksek lisans yapmış bir mühendis, bir diğerinde özel sektörde bir müdür...
Ama hepsi de Yunus'la evli, Gülbilge adında bir kız çocuğu var.
Acaba İngilizce Öğretmeni Zeynep Yunus'la nerede nasıl tanıştı, ben onu merak ediyorum.
Romantik bir film seyredip biraz da düşünmek isterseniz nezaketle (şiddet yok şiddet) tavsiye ederim :D