Eskişehirli olmaktan gurur duymamı sağlayan adam; Yılmaz
Büyükerşen. Cemalettin Taşçı ile bir söyleşi yapmış. Şimdi hayalimde
canlandırmakta zorlandığım, Eskişehir’in eski halini de anlatmış.
Biyogrofileri her zaman çok sevmişimdir. Ortaokul
zamanlarında okuduğum bir kitapta (Nazlı Eray olması büyük olasılık. Belki de
Buket Uzuner?!) “Hayat Hırsızı” diye bir şey anlatılıyordu. Kadın bir gün evine
geliyor akşam. Bir bakıyor bir adam, salonunda halıya oturmuş, kadının müzik
koleksiyonunu inceliyor. Meğer adam evlere gizlice girip, o evde yaşayan
insanları incelemeyi seviyormuş. Ne tür kitaplar okuyorlar, en çok hangi
sanatçıyı seviyorlar, evin dekorasyonu nasıl, dağınıklar mı vb vb… Ne yalan söyleyeyim
benim çok hoşuma gitmişti çünkü ben de perdesini açık gördüm mü kesinlikle evin
içine bakarım :S
Lütfen beni yadırgamayın. “Başka hayatlar” çok ilgimi
çekiyor. Onların beyni, ruhu değil ama evlerinin ruhu çok çekici geliyor bana. Görünen
avizeden nasıl bir tarzı olduğunu çıkarmaya çalışırım, balkona astığı nevresim
takımının desenleri bana onların zevkini yansıtır. Amacım özel hayatlarına saygısızlık değil asla
ama merak ediyorum işte. Hiç tanımadığım biri gelse, bana saatlerce yaşadığı
evi anlatsa, gezdirse, kendinden bahsetse, zerre sıkılmam.
Sanırım bu sebeple o takoz gibi kitabı içtim adeta. Hoca
anlatıyor ben hayal ediyorum. Eskişehir’in eski zamanlarına gittim. “Eski”
olduğu zamanlara. Bir de hocanın beynine
hayran kaldım. Var mı böyle bir yaradılış?!
Adam “Hayır”dan anlamıyor arkadaş. “Olmaz” diye bir şeyi
kabul etmiyor. Aklına koyduğunu yapıyor. Eskişehir’de ve hatta ülke çapında gerçekleştirdiği
ilklerin haddi hududu yok. İlk tiyatroyu Eskişehir’de onlar kurmuş. Kan
bankasına ücret karşılığı kan vererek hem de. Tiyatro kurabilmek için kanlarını
satmışlar :S
1960 senesine kadar Eskişehir’de bir Atatürk büstü dahi
yokmuş. Arkadaşlarıyla bir Atatürk büstü yapıp valilik binasının merdivenlerinin
tam karşısına koymuşlar ve başında nöbet tutmuşlar. Ondan sonra, vilayet
meydanındaki Atatürk heykeli yapılmış.
Anadolu Üniversitesi bir akademiyken, Hacettepe’nin bir
fakültesiyken, hocanın ve tabii ki arkadaşlarının verdiği savaşla özerk bir
üniversite olmuş. “Duvarsız Üniversite” fikrini ortaya attığında karşılaştığı
zorlukları anlatırken benim içim daraldı. Kitap basacak bir matbaası yokken,
nasıl yokluktan bir matbaa kurduğunu anlatırken, ben zekasının önünde saygıdan
sekiz büklüm oldum. Sadece Ankara ve İstanbul’da televizyon yayını varken, “herkes
için eğitim” diye Eskişehir’de nasıl bir korsan televizyon yayını
gerçekleştirdiğini her an yakalanacakmış korkusuyla okudum.
Kızı Burcu’nun duyma problemi sadece ailesini
ilgilendirmemiş. İşitme engelli çocuklar için Türkiye’de ilk ve tek eğitim
kurumu oluşturulmuş. İÇEM!
Bütün kitabı burada özetleyecek değilim merak etmeyin.
Bugün Antalya’dan tıklım tıklım dolu iki otobüs Eskişehir’i
gezmeye geliyorsa, görsellerde aratıldığında karşınıza soldaki fotoğraf çıkıyorsa,
herkes Eskişehir’i merak ediyorsa, Porsuk nehri gübre kokmaktan çıkıp
gondollarla gezilen çakma Venedik sokakları gibi olduysa, bir Haller varsa,
bütün olanaksızlıklara rağmen üniversiteleri şehre bağlayan iki tramvay hattı
varsa ve en başında karşı çıkan kimseler şimdi o hatların uzatılmasını dört
gözle bekliyorsa Yılmaz Büyükerşen sayesindedir.
Kimileri tarafından sevilmez hoca. “Meyve veren ağacı taşlarlar”
olarak da algılanabilir bu, “Dışı seni içi beni yakar” olarak da. Kolay değildir zannımca "Hayır"dan anlamayan bir insan. (:
Ben onu çok seviyorum. Hayatını, Eskişehir için, gelecek
için yaptıklarını da takdir ediyorum. Eğer bir başarı hikayesini yüzünüzde bol
şaşkınlık ve gülümsemeyle okumak isterseniz tavsiyemdir.
Sıradan bir röportaj tarzıyla yazılmış kitabı okurken Eskişehirin mucizevi gelişimini film izler gibi izleyip Yılmaz Büyükerşen'e bir kere bir kere daha hayran oldum. Eskişehir'in Atatürkü gibi bir adam o.
YanıtlaSilYerel Atatürk :D
YanıtlaSil