İHSAN OKTAY ANAR - SUSKUNLAR


“Başlangıçta sükût var idi. Ve her yer karanlık idi. Ve Yaradan Yegâh makamında terennüm eyledi. Ve bu ışıltılı nağme ile etraf nûr oldu. Ve nağme boşlukta yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan, bu Yegâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, birinci gün.

Ve Yaradan Dügâh makamında terennüm etti. Ve suların ortasında bir azîm kubbe peydâ oldu. Ve kubbe tâ arşa kadar yükseldi. Ve nağme, işte bu kubbede yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Dügâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, ikinci gün.

Ve Yaradan Segâh makamında terennüm etti. Nağme çöllerde ve enginlerde yankılanıp geri döndü. Ve yaradan bu Segâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve terennüme devam etti. Nağme ile mest olan toprak, ot ve tohum veren sebze ve meyve veren ağaçlar hâsıl etti. Ve akşam oldu ve sabah oldu, üçüncü gün.

Ve Yaradan Çârgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, vecde gelip ışıl ışıl ışıldayan yıldızların ve kendisiyle, yaradan’ın hem Gündüz’e hâkim olduğu Güneş ve hem de geceye hâkim olduğu Kamer’in bulunduğu göklerde yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Çârgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, dördüncü gün.

Ve Yaradan Pençgâh makamında terennüm etti. Ve bu nağme, envaî çeşit deniz canavarlarıyla ve türlü türlü canlı mahlûkatla kaynayan deniz dibinde ve çeşit çeşit kanatlı kuşla dolu semâda yankılanıp geri döndü. Ve Yaradan bu Pençgâh nağmenin güzel olduğunu gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, beşinci gün.

Ve Yaradan Şeşgâh makamında terennüm etti ve gelecek olan yankıya kulak kabarttı. Ancak bu kez, nağme yankılanmadı. Bununla birlikte Yaradan baktı ki, uzaklarda bir yerden aynı makamda bir âvâz gelir, hemen tanıdı: Cins cins canlı mahlûkatın ve yürüyenlerin ve sürünenlerin ve denizdeki balıkların, gökteki kuşların ve her şeyin hâkimi ilân edip mübârek kıldığı İnsan’ın sesiydi bu. Yaradan bu sesin pek o kadar çirkin olmadığını gördü. Ve akşam oldu ve sabah oldu, altıncı gün.

Ve Yaradan Heftgâh makamında es eyleyip sustu. Çünkü sesini Yer ile Gök arasındakilere işte böyle duyurmuştu. Ve Yaradan, yedinci günü mübârek kılıp takdîs eyledi ve dinlendi.”
  

Kitap Yegâh, Dügâh ve Segâh olmak üzere üç bölümden oluşuyor.


İlk bölümde mehter takımında kös tokmaklayan Kalın Musa ve ailesini tanıyoruz. İnce hastalıklı oğlu Veysel ve Veysel’in ikiz oğulları Davut ve Eflatun...

Oğlunun kös tokmaklamasını isteyen Kalın Musa, bu isteğine erişemediği gibi oğlunu kemençeden de uzak tutamıyor bir türlü. Torunu Davut ise büyük amcası Muhayyer Hüseyin Efendi’nin kıraathanesinde ud çalıyor. Eflatun ise kimsenin duymadığı bir ıslık sesi duyduğunu iddia ettiği için evin meczubu ilan edilip bir odada yaşamını sürdürüyor.

Bu bölüm genelde Davut ile ilgili.


İkinci bölümde Eflatun’un yaşadıklarını anlatıyor. Bir çağrıya kulak veren Eflatun’un Sofuayyaş’taki evinden (hatta nihayet odasından) çıkıp Eminönü’ne oradan Karaköy’e, Galata’ya uzanan ve sonunda bir Mevlevihane’de son bulan yolculuğu öyle güzel anlatılmış ki, sanırsınız dolanan Eflatun değil de siz 16. yy’da Konstantiniye’de gezip dolaşıyorsunuz. Tüm sokaklar, sokaklardaki insanlar, dükkanlar, binalar gözümün önünde. “Dün Eminönü’ndeydim, ordan Galata’ya yürüdüm.” deyip yemin etsem başım ağrımaz. :D

Bu bölümde öyle bir paragraf var ki…

“Bu sazdan üflenen nağmeler, sırrın ufûlevî vüsafâsı olan ehl-i vukuf füsunkârların bezediği o vâsî füseyfisâda raks ve vüsûb eden vüsemâ gibi birere üfkûhe idiler. Ama füsûs ki, üflendikçe gönüllerdeki menhûs ufûnetin üfûl olduğu, bu füyûz dolu, tabiî bir vüs ve vüs’at taşıyan nefesler, hangi Yusuf-ı kalbînden nasıl hâsıl olur diye sanki, fusûl-ı erbaa teessüf ediyordu. Üflenenler âdeta, Şems’in üfûl ettiği ufka gönderilen canlardan ibâret bir demet vüfûd idiler”

Siz de okurken gıdıklanmadınız mı Allah aşkına?


Dananın kuyruğunun koptuğu son bölümle ilgili fazla bir şey söylemeyeceğim yoksa baştan sona tüm kitabı anlatmış olurum. Yalnız şunu bilmenizde yarar görüyorum: İhsan Amcam yine yapmış yapacağını ve süper maceralar hazırlamış bizim için. Soluk soluğa(!) okunan Grange romanlarından eksiği yok fazlası var.

Ha bi de; 

KİTABIN SONUNDA TÜM KARAKTERLER ÖLÜYOOOOO!!!


(Siz ne bekliyordunuz? Hikaye 16. Yüzyılda geçiyor! Tabii ki ölecekler!)

4 yorum:

  1. Bence "İhsan Oktay" okumaya bu kitapla başlayabilirim :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğer beğendiysen özetini neden olmasın? (;
      İstersen en baştan başla "Puslu Kıtalar Atlası" ile. İleride onunla ilgili yorumumu da yazacağım (son okuduğumdan bu yana bayağı bir zaman geçtiği için, unuttum, hatırlamam lazım ayrıntıları :P)

      Sil
  2. not aldım iki kitabıda, okursam tekrar gelicem:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bekleriz (:
      İhsan Oktay Anar hayranlığını sana da bulaştırabilirsem ne mutlu bana! :D
      Sevgiler

      Sil

Teşekkür ederim.