Özledimimi

Bir kaç gündür bir şeyleri özleyip duruyorum. Hatta bunu yazıya dökmek de içimden geldi. Sonra bir baktım bir mim dolanıyor etrafta. Hislerime tercüman. (:

Ben Moriçe'de okudum bu mimi ve tabii hemen üstüme alındım.

Özlediğim şeyleri "mim" altında yazıyorum, buyursunlar;

- King oynamayı ÇOK özledim! Etrafımda king bilen 3 kişi daha olmasını da özledim. Batsam da Rıfkıyı yesem de mühim değil, yeter ki king oynayayım.
 Amerikan okeyi oynamayı da çok özledim.
 3-5-8 de olabilir
- Sinemada "10 dakika ara"da sigara içerken film kritiği yapmayı özledim. Her yerde sigara yasağının olması bir şey değil; ben sigarayı bıraktım :D
- Saçma ama toplu taşıma araçlarını özledim. Yok len düşündüğünüz gibi değil. Evle iş arası yürüyerek iki dakika olunca, toplu, ipli, saplı taşıma araçlarına gerek kalmıyor. Ama mesela ODTÜ'den çıkıp, Eskişehir yolu duraklarından birinde Koru sitesi otobüsünü beklemek, işten eve dönerken birinci otobüsten inip ikincisine binmek üzere durağa ilerlediğimde otobüsün geliyor olduğunu görmek. Dibinde ayakta dikildiğim kişinin, zört diye iki durak sonra inmesi ve tıklım tıkış otobüste oturuvermek! Ön kapının merdivenlerine oturup kulağımda Öykü & Berk, elimde Ursula L. Guin... Kitap okuyup müzik dinlemek otobüsün içindeki  tüm karmaşaya inat.
- Rahaaat rahat yemek yapmayı, yemeyi...
- Sözlük başında sabahlamayı.Hatta direkt sözlüğü. Yazıları, yazarları, yöneticiliği, zirveleri. Her an sözlüğe girdi yazar gibi konuşmayı ve gülmeyi. Peehhh...
- İstanbul'u. Bunalımdan bunalıma sürüklenirken bi gece yarısı otobüse atlayıp sabahın köründe soluğu İstanbul'da almayı. Millet işe yetişme telaşındayken vapura atlayıp iskele iskele gezmeyi. Taksim, Beşiktaş, Ortaköy yürümeyi. Ortaköy'de kumpir yemeyi. Kumpiri çok güzel diye değil, manzarası çok güzel diye. Galata'da hindistan cevizi suyu içmeyi. Çengelköy hıyarı satan abilere "iyi günler" dilemeyi ve Nihat'ın kahvesinde simit çay olayına girmeyi. Avcılar'ı, Beylikdüzü'nü. Büyükçekmece'yi...
- Mersin'i. Canlarımı. Sahilini. Kerebiçini, tantunisini, lahmacununu. Ilıklığını.(Kuzen bi cevizli kerebiç gönderiversen ölüü müsün bu gariban Eskişehirlilere?)
Ay görünce ne fena olduuuğğğmmm...
- İzmir'i. Hatay'ı. Üçyol'u. "Tansaş sup"unu. Kordonunu. Barlarını. Yokuşlarını, merdivenli sokaklarını. Metrosuz İzmir'i.
- Çeşme'yi.
- Not geçirmeyi. Okulda aldığım notları, yepisyeni defterime Kitap Kurdu kafenin pencere kenarına oturup temize geçmeyi. Arka odalarında arkadaşlarla ders çalışmayı. Bir süre sonra geyiğe sarmayı, dersi unutup salak saçma şeyler yapmayı.
- Koca evi baştan aşağı temizleyecek ve eşyalarla puzzle oynayacak kadar enerjik ve güçlü olmayı özledim. Bildiğin çek-yatı üst kattan alt kata tek başıma taşımıştım ya la ben :D Sonra da gurur duymuştum kendimle.
- Kedi beslemeyi özledim. Bacaklarımın arasında sekiz çizmesini, insanvari tavırlarını, "purr"lamasını. Gece şeytani şeytani parlayan gözlerini...
- Bir şeyler başarmış olduğum hissini yaşamayı. Bir sınavdan geçmek, bir projeyi bitirmek, denetim atlatmak, eğitim vermek, eşek gibi çalışıp da bir şeyleri tamamlamak.
 Kalabalığı özledim. "Aaayyyy bi susun yahu, ne dediğimi anlamıyorum" diye bağırasımın geldiği arkadaş buluşmalarını.
- Tren yolculuğunu. Yemekli vagonda bira, sigara böreği, sigara... (Hepsi kalkmış galba :S)
- Otobüs yolculuğunu. Gece inilen mola yerinde uykulu gözlerle tuvalet ararken birileriyle göz göze gelip ne kadar saçma göründüğümü düşünmeyi, içimin titremesini, moladan sonra otobüse bindiğimdeki o otobüs kokusunu, neskafe - kakaolu top kek ikilisini
- Şehirlerarası otobüslerde dağıtılan laylon suları. Çok saçma değller miydi yahu?!

Görsel burdan

- Voleybol oynamayı... Uvvv... İşte bunu çok özledim! Voleybol oynayacak enerjiye sahip olmak da güzel (:
- Duş alırken, duş teknesine kum dolmasını. Kumlara ayaklarımı sokmayı, yattığım yerden denize gidene kadar kızgın kumların ayacıklarımı yakmasını. Yüzmeyi, aslında yüzüyormuş gibi yapmayı / köpekleme yüzmeyi :P
 Annemin üstümü örtmesini, babamın yatmadan önce kapıyı aralayıp beni kontrol etmesini. Aynı evde yaşadıkları zamanları. Çocukluğumu...
- Mecburen yokluklarına alıştığım arkadaşlarımla aynı şehirde olmayı.
- Sınav öncesi heyecanı! Öyle bir heyecanı yıllar sonra ve aylar önce amirimle mühim (Osmanlıcaya mı döndüm ben?!) bir konuşma yapmadan önce yaşamıştım. Hatim indiriyodum odasına girmeden önce :S
- Ahahahha! İnternet bağlantı sesini.


Ve tabii bunu da:


 Giana Sisters oynamayı

- Bilgisayar teybine kafa kasedini takıp kafasını temizlemeyi (Siz benim neler çektiğimi nerden bileceksiniz :P)
- Babaannemin televizyonunun çubuğuyla kanal ayarlamayı.
- Beden derslerini. Okula eşofmanla gitmeyi ya da eve eşofmanla dönmeyi.
- Bir İstanbul Masalı'nı ve atkımı Esma'nın bağladığı şekilde bağlamaya çalışmayı. Asmalı Konak'ı. Bir Demet Tiyatro'yu. Süper Baba'yı (Her Cuma ağlamaktan içim dışıma çıkardı), Şehnaz Tango'yu, Çemberimde Gül Oya'yı, Hatırla Sevgili'yi

 Naumoski'li Efes Pilsen'i
- Blue Jean ve Hey Girl dergilerini, Tarkan'ın ayrık dişlerini
- Lunapark oyuncaklarına korkmadan binebilmeyi
- Bisiklet sürmeyi
- Burak Aydos'u
- İki kaset çalarlı, radyolu ve radyodan kayıt özelliği olan teybimi, radyodan şarkı çekerken araya radyonun jingle sesinin girmesini, Seda Kasetçilik'e gidip 90'lık kaset doldurtmayı.
- "Kibrit kutusu" dediğim, açılınca geniiiş bir yatak olan tekli koltuğumu.
- Gün tabaklarını. Kendi yaptığım kısırı. Halamın "babaanne kurabiyesi"ni.
- Pazarda satılan şeffaf torbalar içindeki minik bisküvileri (minik kremalı, minik pötibör, minik finger)
- Pazara çıkmayı
- İş çıkışı "bi yerlere" gitmeyi
- Barış Manço'yu. 
- Bira ve patates kızartması kokulu bir yerlerde çakırkeyf olmayı, ardından sokağın birinde midye yemeyi, sonra millet çiköfte yerken dolu dolu bi waffle yemeyi
- Asker çantamı
- Milletin "ıyyyy" seslerine aldırmadan sucuğun yağını çaya damlatmayı
- Sünger Bob'lu pazar kahvaltılarını.
- Krep yapmayı
- Günlük tutmayı, sinema biletlerini, otobüs biletlerini, peçeteleri, güne dair ne varsa biriktirmeyi
- İş görüşmesi yapmayı, "en etkili" CV yazmaya çalışmayı
- Güler yüzlü sevimli BIS'imi ve onunla gittiğim tüm yolları.
 İlham perilerimi
- Dede pınarı mıydı şeker pınarı mıydı? Anne?! Neresiydi orası buz gibi suya ayaklarımızı sokup piknik yaptığımız yer? Hani Mersin'deki... Halamın kartalını, dedemin Fordunu.
- Babaannemin evini. Ayyy... Rüyalarımın mekanı. Mecaz yapmıyorum. Neredeyse tüm rüyalarım orda geçiyor.
- ODTÜ'de sonbaharı, at kestanelerini, Fizik'te ekmek içi patates kızartması (?!) yemeyi, amfide film seyretmeyi, Korku Gecesi'ni, ringleri, Sunshine'ı, yurt koridorlarında halamın aldığı sarı kappa eşofmanla ve ayağımda Heidi'nin büyükbabasına aitmiş gibi görünen altı tahta sabolarla yürümeyi, üst ÇS'de ders çalışmayı, kütüphanesini
- Annem şaşıracak ama çiftlikte yaşamayı! Sümüklü böceklerle birlikte soyunup duşa girmeyi, elektrik süpürgesiyle çektiğim kumların ben arkamı dönünce karıncalar tarafından yine çıkartılmasını (anlatamadım ama ben anladım :P), incir toplamayı, kapıyı açıp kapatmayı, her sabah çalar Baabi'yle uyanmayı, annemin yemeklerini, fındık fareciğimi. Beşevler'deki yerden ısıtmalı her yanı aynalı evi.Eczaneyi. Kent Meydanı'nı, Beşevlerdeki pastaneyi
 Kısa saçlarımı
 Kırmızı saçlarımı
- 16/64'ü (Emek-Subayevleri otobüsü)
- Huzur evini
- Her Pazartesi sabahı İstiklal Marşı okumayı
- 19 Mayıs'ta ponpon sallamayı
- Dolaşa dolaşa hediye seçmeyi, internette değil, şehirde!
- Puzzle yapmayı
- Fotoğraf tab ettirmeyi, yanan ya da üstüste çekilen fotoğraflara üzülmeyi, negatiflere bakarak hangi fotoğraf olduğunu anlamaya çalışmayı
- Ev telefonu kullanmayı (Burada Türk Telekom devreye girip de bana bir takım tekliflerde bulunurmuş). Ev telefonum var da, internet bağlantısı için duruyor orda. Direkt modeme bağlı. Ya zaten benim dediğim o değil, ben cep telefonsuz bir hayatı kastetmiştim. "Saat 12.00'de Pino'nun önünde" denildi mi, saat 12.00'de Pino'nun önünde olunurdu!
AZLIĞI 
Her şeyden "azar azar" olmasını. En basiti, peçete koleksiyonu yapan bir kişinin değişik bir peçete bulması çok heyecan verici bir şeydi. Gidilen misafirlikte bir tane de koleksiyon için rica edilir, market raflarında desenli olanlara melül melül bakılır fekat fiyatlarından dolayı alınamazdı. Tadelle bir çocuğu mutlu etmek için çok yeterli bi çukulataydı. Kinder'di, Haribo'ydu...Neemiş ki onlar? Siyah mus çoraplar vardı, bi de beyaz. Çok nadir olarak da lacivert (okullar açılmadan önce zibil gibi satılır sonra arkası kesilirdi). 

- Okul gezilerini, şamatayı! İş gezilerini...
- Misafirliğe gitmeyi. Uykun gelmiştir, seni bi çekyata yatırırlar. İçerden erkeklerin ayrı, kadınların ayrı muhabbetlerinin sesi gelir, metal kaşığın cam bardağı tıngırdatma sesi kahkahalara karışır, sen sızıverirsin. Yattığın yerin sıcağından seni kaldırıp buz gibi sokağa çıkarırlar, kucak istersin ama ağır olduğun için pek kabul görmez bu isteğin. Bir an önce eve varıp uykuna devam etmek istersin, uykun kaçmasın diye gözlerini  hiç tam olarak açmazsın, hep kısık kısık bakarsın. O akşamları gerçekten de çok özlemişim yau!
- NKOTB'yi,  Take That'i ve Mark'ın mavi kazağını
Take That

New Kids On The Block

- Stephen King (Özellikle Gece Yarısını 2 Geçe) ve Çatı serisi gibi korku kitaplarından sonra 68'lere dalmayı (Darağacında Üç Fidan, Bizim Deniz vb).
Deniz Evini
Mersin'deki yazlık gibi bir yerdi. Bizim hiç yazlığımız olmadı, bir ara eksikliğini hissetmişliğim var -özellikle tüm arkadaşlarım okullar kapanınca yazlığa gittiğinde oluşan boşluk yüzünden- ama şimdi iyiki yok diyorum. Neyse, deniz evi de Mersin'dekilerin ortak kullanımına açık (olduğunu sandığım) deniz kıyısına yakın bir sitenin üç odalı dairesiydi. 
Yaylayı
Yerleşim yerinin adını unuttum. Fındıkpınarı değil de... "Ç"li bişilerdi. Yine Mersin'de, Deniz Evi alınmadan önce gidilen bir evdi. Şahane bir yerdi. Çizim yeteneğim olsa çizerdim, ahşap panjurlarından, tuvaletteki ibriğine kadar aklımda her bir detayı o evin :D

- Ahahahaha! Yoğun yağlı ve ağır yaş pastaların üzerindeki yenebilen gülleri.
- Yaprak patlatmayı
- Oya Bora'yı (Kak gidelim de saraylı bak dikiz aynam kalaylııı)
- Leblebi tozu, çatapat, fişek, telli araba, yapay çiçek, vim, pirinç, ip, plastik top, cino, mabel sakız, nakışlı el havlusu, gırgır, perde şeysini (hani kornişlere takmak için düğmeler var ya) afedersin kıç kadar tükanda barındırabilen  mahalle bakkallarını ve apartmandan sallandırılan sepetleri.
 - Voltrancılık oynamayı, oturma odasındaki sandıklı çekyatın (ne aradım bir fotoğrafını yaa... Yok ama. Bildiniz di mi sandıklı çekyat ne?) üstüne çıkıp, ışıkları kapattıktan sonra komşu çocuklarıyla He-man seyretmeyi
- Ranzamı
- Balkonlu sinema salonlarını. Biletlerin üzerinde "Ecnebi" yazardı o zamanlar...
- Kutulu ETİ bisküvilerini. Kutu kutu alınırdı eve finger bisküvi. Mutfak dolaplarının üstünde dururdu. 
-  İçinde nane olan bayram çikolatalarını. Şimdiki "gökkuşağı" biraz andırıyor ama aynısı değil.

Her gün, her an yeni bir şey ekleniyor bu listeye. Şimdi tamamlamazsam sürekli uzamaya devam edecek, kookooom :S

En güzeli siz aklınıza gelenleri yazın. 
Mimlediklerimi de söyleyeyim tam olsun:

Kendi annem (:
Değerlendirip paylaşan kuzen (bakalım özlemlerimiz ne kadar benziyor?)
Ben Ölmeden (Mutlaka bir uğrayın bloğuna bence)






2 yorum:

  1. Ohh! okurken yoruldum yahu :)
    Ama düşündüm de neler sığdırmışsınız hayatınıza,biz yeni jenerasyon mahrumuz çoğundan :(
    Bazılarını tekrar yaşayamayacak olsanız da, çoğunluğunu yeniden yaşamanız dileği ile :)
    Gerçi hepsinin yerini karşılayan bir mutluluk var; "Gülbilge"... öpüldü :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz de bu yaşlara gelince bambaşka şeyler özleyeceksiniz ve sizden taş çatlasa 10 yaş küçük biri gelip "Ne çok şey sığdırmışsın hayatına" diyecek. :D
      Evet bu yazdıklarımın hepsini özlüyorum ama bugünümü yaşamayı daha çok seviyorum.
      Mahrum olunacak şeyler değil bunlar. Siz kendi özlemlerinizi biriktireceksiniz (;
      Sevgiler, Gülbilge'yi de senin yerine öptüm (;

      Sil

Teşekkür ederim.