Mırra

İlk kez Ankara’da annemle gittiğimiz bir kebapçıda rastlamıştım mırraya. Bize mırrayı ikram eden garsona fincanı geri verdim, bir daha doldurdu. Tam masaya koyacaktım “Amman ablacım bırakılmaz öyle” dedi. Meğer fincanı, mırrayı ikram edene geri vermek yerine masaya koyarsan bu hakaret sayılırmış ve eğer ikram eden bekarsa evlendirirmişsin, evliyse fincanı aldığınca altınla doldururmuşsun. Çok pis bi kısır döngüydü; masaya koyamıyordum, adama geri verdikçe, adam doldurup veriyordu. Artık nasıl acınası baktıysam, usulünü söyledi sağolasıca. Meğer fincanı parmaklarınla kapatıp geri verecekmişsin,bu daha fazla içmek istemediğin anlamına gelirmiş.



Dün de rastladım mırraya. 10 senede bir karşılaştığım bu içeceği size de anlatayım dedim. Bi yerlerde karşılaşırsanız gözünüz ısırır hiç değilse.  Buyrun buradan için;

İsmi, Arapça acı anlamına gelen مر mur'dan türemiş. Mırra için özel bir kahve çekirdeği yok. Onun özelliği yapılışında.
Kahve çekirdekleri kavrulup dibek adlı havan benzeri kaba alınır ve taneleri çok inceltilmeden dövülür. Tabii şimdi dibek falan hak getire; değirmenler ve kahve makineleri var bu iş için.

İri iri dövülmüş/çekilmiş olan yarım kilo kahve gümgüm denen büyükçe bir cezveye konularak 2 saat kadar kaynatılır, tortusundan ayırmak için mutbak adı verilen bir kaba süzülür. Dinlendirme/süzme işlemi yaklaşık 20 dakika sürer. Mutbakta kalan kısma yine yarım kilo kahve ilave edilirek aynı işlem tekrarlanır. Süzme küçük gümgümlerle devam ettirilir. Süzülen kahveye hel denen ve özel bir tat veren bitki tohumu ve kakule de katılarak da kaynatılabilir.  Kahve fincanının kenarını boyayacak kadar pekmezimsi bir kıvama gelen mırra servis için bakır, işlemeli bir imbiğe ya da cezveye aktarılır ve kulpsuz, küçük ters koni şeklinde bir fincanla sıcak olarak misafirlere ikram edilir.  Servis yaş olarak büyükten küçüğe doğru yapılır. İster iki, ister yirmi kişi olsun sadece iki fincan vardır ve herkes o iki fincanı kullanarak içer.

İkram edenin mutlaka yüzüne bakılır, bir yudum alındıktan sonra fincan eline geri verilir. Yanılıp da fincanı yere koyan kabalık etmiş sayılır. Ya fincanın derinliği kadar altın koyacaktır içine ya da ikram eden genci evlendirme sözü verecektir. Bu geleneğin nereden geldiği kesin değil, ama bir rivayet şöyle diyor:
Bir ağanın odasında oturan zengin bir misafir ağanın kahvecisine bahşiş vermek istemiş. Fakat ağaya karşı ayıp olmasın diye bir bahane aramış. Mırrayı içtikten sonra fincanını kahvecinin eline değil, yere bırakmış. Kahveci de fincanı yerden almış. Misafir kahveciye “Kusura bakma unuttum, fincanı yerde bıraktım” deyip onun gönlünü almak için fincana altın doldurmuş. O gün bugündür, bu hikayeyi duyan kahveciler fincan yere kondu mu “Ya fincanımı altın doldur, ya da beni evlendir” diye bahşiş ister olmuş.

Mırra, kahve gibi yavaş içilirse soğuyor ve tadı kaçıyor; erken içilirse damağı yakıyor. Önce hafif damağa değdirilerek tadına bakıp; sonra iki-üç yudumda, fincanı kendi ekseni etrafında 45 derece döndürerek yavaş yavaş içmek gerek.
Büyükşehirlerin kargaşasında, zaman darlığında var mıdır böyle zahmetle hazırlanan mırra bilemiyorum ama Ankaralılar için Özurfalı Kebap’ı tavsiye edebilirim. 4. Cd (Kazakistan diyollaaa) No: 96/B Emek – ANKARA, Eskişehir’de de Urfalı Kebap var. Yunusemre Caddesi No: 99 (Eski Otogar karşısı) ESKİŞEHİR.

Her iki yerde de esmer uzun boylu garsona “Mırra içmeye geldik, Zeynep gönderdi” derseniz, saçma saçma yüzünüze bakacaktır, emin olabilirsiniz :P

 -- ZeyneP

1 yorum:

Teşekkür ederim.